Cumhuriyet’in 102. yılında: Yıkıntılardan umuda…
- 3.11.2025
 - 1 Day
 
                                    Cumhuriyet’in
102. yılında: Yıkıntılardan umuda…
Cumhuriyetimizin 102. yılını kutladık. İnşallah daha
nicelerini kutlarız.
102 yıl - bir asırdan da fazla bir zaman…
Özellikle internetin hayatımıza girmesiyle birlikte
bilgiye ulaşmak hiç olmadığı kadar kolaylaştı. Ancak bu kolaylık, beraberinde
bir gerçeği de getiriyor: Neye ulaşmak istiyorsanız, onu buluyorsunuz.
Bilgiyle dolu bir okyanus gibi görünen internet, aynı zamanda yanlışlarla dolu
bir çöplüğe de dönüşebiliyor. Gerçekten öğrenmek isteyenler için sınırsız bir
kaynak; fakat yönsüzler için bir karmaşa denizi.
Tarih konusunda derin bir bilgi iddiam yok, ahkâm kesmek de istemem. Bu nedenle
haddimi aşmışsam affola. Ancak toplumun okuyan, araştıran kesimlerinin çok iyi
bildiği; az bilgisiyle yargılamayı sevenler içinse bir noktaya dikkat çekmek
istiyorum.
Beni en çok etkileyen konulardan biri, Osmanlı’nın yıkılışı, Cumhuriyet’in
kuruluşu ve sonrasındaki toplumsal dönüşüm sürecidir. Bugünkü durumumuzu
anlamak için geçmişin nedenlerini öğrenme arzusu beni hep bu konulara yöneltti.
Bu nedenle farklı bakış açılarından kitaplar okudum, belgeseller izledim.
1800’lerin sonları ve 1920’li yılları anlatan arşiv görüntülerinde bir detay
dikkatimi çekti: Halkın fakirliği, yılgınlığı, şehirlerin yoksul ve yıkık hâli…
Bilinmeyen bir şey değil ama bu görüntüler, Osmanlı’nın son dönemlerinde ve
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’nin ne denli zor şartlarda ayakta kalmaya
çalıştığını açıkça ortaya koyuyor - tartışmaya mahal bırakmadan.
Özellikle Köy Enstitüleri dönemine ait renklendirilmiş arşiv videoları beni
derinden etkiledi. Sebep aslında ortada: Osmanlı, son iki yüzyılını “durumu
kurtarma” mücadelesiyle geçirdi. Her cephede ayrılmak isteyen milletlerle ve
onları kışkırtan, destekleyen; pastayı paylaşmak isteyen büyük güçlerle
savaşmak zorunda kaldı.
Atalarımız Balkanlar’dan, Arap Yarımadası’ndan ve Osmanlı’nın hükmettiği geniş
topraklardan çekilmek zorunda kaldı. Sadece toprak kaybedilmedi; milyonlarca
insan hayatını kaybetti, en değerlisi olan yetişmiş insan gücü de tükendi.
Cumhuriyet işte bu büyük yıkımın ardından, büyük bir umutla doğdu.
Yokluk içinde ama inançla başlayan kalkınma mücadelesiyle adeta yoktan bir ülke
yaratıldı. Ve kısa sayılabilecek bir sürede büyük bir yol katedildi. Fakat bir
başka gerçek daha var: Ülke o dönemde yıkık, harap bir hâlde olsa da doğası,
düzenli şehirleşme ve planlı kalkınma için son derece uygundu. (Kaynak
kıtlığını saymazsak) Adeta boş bir tuval gibiydi, üzerine istenilen tabloyu
çizmek mümkündü.
Ne yazık ki bu fırsat tam anlamıyla değerlendirilemedi. Genel olarak zihniyet
değişimi sağlanamadığı için özellikle Atatürk sonrası dönemde yoldan sapıldı. Aslında
birçok konuda sapıldı ama ben şehirleşme konusunun altını çizmek istiyorum: Şehirlerimiz,
gecekondu mantığıyla, plansız ve mimariden uzak bir biçimde gelişti.
Bu noktada konuyu turizme bağlamak
isterim. Çünkü bugün turizmimizin önündeki en büyük engel, şehirleşme
anlayışımızın geldiği noktadır. Bu durum, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan
çöküşün ardındaki zihniyetin hâlâ tam anlamıyla değişmediğini gösteriyor.
Peki, dönüş mümkün mü? Elbette mümkün. Yeter ki karar verilsin; sağlam bir plan
ve yoğun bir çalışmayla kısa sürede çok şey yapılabilir. Bugün baktığımızda,
İstanbul’da yapılan şehirleşme hataları ne yazık ki Ankara, İzmir, Bursa ve
neredeyse tüm şehirlerde tekrarlandı ve hâlâ da tekrarlanıyor.
Bugün Antalya’ya “Dünyanın en güzel coğrafyalarından biri” diyebiliyoruz ama “En
güzel şehirlerinden biri” diyemiyorsak, bu çarpık şehirleşmenin sonucudur.
Maalesef çarpık şehirleşme yalnızca görünümün bozulmasına yol açmıyor. Bugün
ulaşım, susuzluk, altyapı, tarım ve hayvancılık gibi temel sorunlar birbirini
besliyor. Tarım alanlarının inşaata açılması, üretimi baltalıyor. Bunların
devamında yaşanacak sorunları görmek için müneccim olmaya gerek yok.
Oysa Almanya ve Japonya örnekleri
ortada. Almanya, iki dünya savaşını kaybetmiş, taş üstünde taş kalmamış bir
ülkeydi. Bugün dünyanın en büyük beş ekonomisi arasında. Japonya, iki atom
bombasıyla yıkıldı ama kendi gerçeklerine dönerek kısa sürede yeniden ayağa
kalktı. Çünkü her şeyin temelinde insan kalitesi ve zihniyet dönüşümü vardı.
Bizim de turizmde avantajlı bir konumda olduğumuz tartışılmaz. Ancak bu
avantajı sürdürülebilir kılmak için artık gerçekçi adımlar atmak zorundayız. Planlı
şehirleşme, eğitimli insan gücü, çevre bilinci ve estetik anlayış olmadan
turizmin kalıcı bir başarı yakalaması mümkün değil.
Cumhuriyetimizin 102. yılında en büyük temennim şu: Zihniyetimizdeki çarpıklığı
aşarak yeniden akılcı, estetik ve üretken bir toplum olma yoluna girmek. Ancak
o zaman Cumhuriyet’in 150. yılını gururla kutlayabiliriz.
“Geçmişin dersleriyle geleceğe bakmak, Cumhuriyet’in en büyük kazanımıdır.”
İbrahim ÇELİK







