Bu izleri kim silecek?
- 19.12.2025
- 12 H
Bu izleri kim silecek?
Geçmişten
günümüze ulaşan kültürel mirasları, yapıları ziyaret ederken bugünkü
teknolojinin ve imkanların olmadığı dönemlerde bu muhteşem eserlerin nasıl inşa
edildiğini ve nasıl yıllara meydan okuduklarını hepimiz düşünmüşüzdür. Yıllar
boyunca zorlu çevre koşullarına, savaşlara, depremlere hatta yangınlara maruz
kalmalarına rağmen hâlâ ayakta duran ve tüm ihtişamıyla göz kamaştıran birçok
kültürel mirasa sahibiz. Ne kadar şanslıyız ki bu eşsiz değerler, bize kalan en
kıymetli miraslardan. Hâlâ bu mekânları gezebilme ve geçmişe kısa bir gezinti
yapabilme imkânımız var.
Peki, bize bırakılan bu mirasa sahip çıkıp koruyabiliyor muyuz?
Bu konuda biraz çekincelerim var. Özellikle son zamanlarda medyada
sıkça karşılaştığım ve mutlaka sizlerin de dikkatini çektiğini düşündüğüm bir
konuya değinmek istiyorum. Belki de bir çoğumuzun duyduğu ama anlamını
bilmediği bir kavram olan ‘Vandalizm’.
Nedir peki vandalizm?
Vandalizm; kısaca kamuya ya da başkasına ait mal ve mülke
kasıtlı olarak zarar verme anlamında kullanılan bir kavram. Ama bu kavramı
tarihi ve kültürel miraslara yapılan vandalizmi açıklamak için kullanmak
istiyorum. Hepimiz tarihi çeşmelere, yazıtlara, camilere, saraylara vb.
alanlara yazılan yazıları, çizilen resimleri haberlerde görüp okumuşuzdur. Son
yaptığım İstanbul seyahatimde Osmanlı döneminde inşa edilen ve yazlık saray
olarak kullanılan Beylerbeyi Sarayı’nı ziyaret ettim. Boğaza nazır harika
konumu, göz alıcı mimarisi ve zarif peyzajıyla İstanbul’da bulunan en önemli
tarihi yapılardan biri. Severek dolaştığım bahçesinde ise ilgimi çeken ‘bambu
bahçesi’ oldu. Ne yazık ki sarayın bir parçası olan bambu bahçesi ziyaretçiler
tarafında vandalizme maruz kalmış. Bambuların üzerine yazılar yazılmış, kalpler
çizilmiş, aşklar ölümsüzleştirilmiş!
Beylerbeyi Sarayı’nda karşılaştığım bu durum, ne yazık ki tekil bir örnek
değil. Türkiye’nin farklı bölgelerinde yer alan pek çok kültürel miras alanı
benzer şekilde vandalizme uğruyor. Efes Antik Kenti’nde mermer bloklara kazınan
isimler, Aspendos Antik Tiyatrosu’nun taş basamaklarına yazılan yazılar,
Kapadokya’daki kaya kiliselerinin duvarlarına çizilen semboller bu sorunun ne
kadar yaygınlaştığını açıkça gösteriyor. Trabzon’daki Sümela Manastırı’nda ise
geçmiş ziyaretçilerin duvarlarda bıraktığı yazı ve çiziklerin zamanla
yüzeylerde kalıcı izler bıraktığı geçtiğimiz aylarda gündemde yankı uyandırmış
haberler arasında. İstanbul’da bir Rum Ortodoks mezarlığında mezar taşlarının
zarar gördüğüne dair haberler de tarihî yapılara ve kültürel değerlere yönelik
saygı eksikliğinin ne kadar yaygın bir sorun hâline geldiğini bir kez daha
gözler önüne seriyor.
Tarihi çeşmelerin üzerine sprey boyayla yazılan yazılar, cami ve han
duvarlarına kazınan isimler, antik kentlerde “ben buradaydım” demek adına
bırakılan izler artık neredeyse olağan hâle gelmiş durumda. Bu müdahalelerin
her biri, yüzyıllara meydan okumuş eserlerde geri dönüşü mümkün olmayan
tahribatlara yol açıyor.
Aklımda tek bir soru var: Neden?
Neden bunu yapıyoruz? Tarihin izlerini taşıyan bu mekânlara bizler
niye bu kadar anlamsız, önemsiz hatta zarar veren izler bırakıyoruz. Anlamakta
güçlük çekiyorum.
Saray içerisinde fotoğraf, video çekimine bile izin verilmeyen, son
derece iyi korunan, güvenlikli bir tarihi yapıda bu durumu görmek beni oldukça
şaşırttı ve üzdü. Genellikle metruk yapılarda görmeye alışkın olduğumuz bu
durumun İstanbul gibi ülkemizin en çok turist çeken kentinde bulunan önemli
tarihi yapılardan birinde yaşanması karşı karşıya olduğumuz durumun vahametini
gözler önüne seriyor. Küçük gibi görünen bu izler, kültürel mirasta kalıcı
yaralar bırakıyor.
Tarihin izlerini taşıyan, yorgun, korunmaya, sahip çıkılmaya
ihtiyacı olan ve bize emanet edilen bu eserlerin hak ettiği değerin bu
olmadığını biliyoruz. Ama bilmeyenlere de bunu hatırlatmak bizim
sorumluluğumuzda. Ziyaretçi olmak, bu mekânlara zarar verme özgürlüğü değil;
onlara saygı gösterme bilinci gerektirir. Çünkü yıllara meydan okumuş bu
mekânlar, tarihe adını ya da aşkını yazmak isteyenlerin değil, korunarak
gelecek kuşaklara aktarılması gereken ortak bir mirasın temsilidir.
Kültürel miras alanlarını korumak için önce bakış açımızı
değiştirmemiz gerekiyor. Bu mekânların birer turistik durak değil, ortak
geçmişimizin sessiz tanıkları olduğunu hatırlamalıyız. Ancak bu farkındalıkla,
iz bırakmak yerine izleri korumayı seçebiliriz.
Bugün bıraktığımız izler, yarının ziyaretçilerine nasıl bir miras
anlatacak?
Bu mekânlar, üzerinde iz bırakılacak değil; izlerinden ders alınacak
alanlar. Onlara bugün gösterdiğimiz saygı, yarının kültürel hafızasını
şekillendirecek. Bu mirası koruyarak mı geleceğe taşıyacağız, yoksa geri dönüşü
olmayan zararlarla mı hatırlanmasını sağlayacağız? Cevabı hepimiz biliyoruz.
Bize emanet edilen kültürel mirasımız, ziyaret edenlerin göstereceği
özenle geleceğe taşınır. Bu mekânlarda attığımız her adım, bıraktığımız her iz,
geçmişle kurduğumuz bağın bir parçası. Gelin, bize emanet edilen bu değerleri
koruyalım; gelecek kuşaklara gururla aktarabileceğimiz bir miras bırakalım.
Merve AKSOY







