The argument in favor of using filler text goes something like this: If you use any real content in the Consulting Process anytime you reach.

  • img
  • img
  • img
  • img
  • img
  • img

Get In Touch

Güncel Haberler
Otel
Acente
Destinasyon
Vacation
Havacılık
Cruise
Teknoloji
Spor
Sağlık
Sanat

Tatil alışkanlıkları değişti, uluslararası otel markaları Antalya'ya yöneldi

Tatil alışkanlıkları değişti, uluslararası otel markaları Antalya'ya yöneldi

Her şey dahil mi, her şey deneyim mi? Bu, bence artık sadece bir turizm modeli değil; yeni nesil tatilcinin ruh halini ve global markaların yatırım reflekslerini de yansıtan bir kırılma noktası.

Ben, uluslararası otel markalarının Antalya’ya yönelmesini yalnızca büyüyen bir pazarın değil, değişen tatil alışkanlıklarının da göstergesi olarak değerlendiriyorum. Son yıllarda Antalya’ya ilgisi artan Wyndham, Hilton, IHG, Marriott, Accor ve Radisson gibi küresel otel zincirleri aslında yalnızca turizm hacmine değil, daha büyük bir dönüşüme yatırım yapıyorlar; yeni nesil misafir profilinin dinamik tatil anlayışına...

Uzun yıllardır Türkiye’nin lokomotif turizm modeli olan “her şey dahil” sistem, bugünkü tatilciler için artık başka bir beklentiye dönüşmüş durumda. Bunu mutlaka iyi okumak gerekiyor. Genç kuşaklar için tatil sadece dinlenmek değil; anlamlı deneyimlerle, iyi yaşamla ve özgünlükle bütünleşmek anlamına da geliyor. Bu nedenle klasik her şey dahil modelinin sürdürülebilirliği, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kendini yenileme becerisine bağlı.

Zira Gen Z ve Y kuşağı, artık otele gidip sadece üç öğün açık büfe yemekle tatilini tamamlayan bir profil değil. Bu kuşaklar; stres yönetimi ve zihinsel dengeyi önceleyen, doğa ile bütünleşmek isteyen, kültürle ve toplulukla bağ kuran, sağlıklı, temiz ve lokal tüketime önem veren tatilcilerden oluşmaya başladı.
Bu dönüşümün farkında olan küresel otel zincirleri de klasik “her şey dahil” yapısını yeniden tanımlamaya başladılar. Artık bu konseptin sınırları sadece “yemek, içmek ve uyumak” değil.

Kimi markalar, klasik animasyonlu havuz başı aktivitelerini geride bırakarak daha tematik ve kişiselleştirilmiş deneyimlere yöneliyor. Bazı tesislerde tatil artık sadece dinlenmek değil; misafirin kendini yeniden ‘resetleyebileceği’ anlamlı zaman geçirebileceği bir deneyime dönüşüyor.

Bu kapsamda pek çok tesiste bugün atölyeler, rehberli doğa yürüyüşleri, hafif grup egzersizleri, hatta kitap okuma ya da film sohbetleri gibi daha sakin ama bağ kurdurucu etkinlikler öne çıkıyor. Tatilde yalnızca eğlenmek değil, kendisiyle ve çevresiyle bağlantı kurmak isteyen bir misafir profiliyle karşı karşıyayız. Bu da klasik “her şey dahil” tanımını, “her şey hissedilir” ya da “her şey deneyimlenir” anlayışına doğru evriltiyor. Yani artık tatil, tüketim değil temas üzerine kurulu.
Aynı yaklaşımı wellness tarafında da görüyoruz. Spa hizmetleri artık lüks değil, standart. Onun yerine mindfulness seansları, dijital detoks alanları ve longevity programları gibi daha bütünsel zihinsel, bedensel iyilik hali hizmetleri öne çıkıyor. Çünkü yeni nesil tatilciler sadece fiziksel olarak dinlenmek değil, zihinsel olarak da yenilenmek istiyor; hatta bazen “başka biri olarak dönmek” niyetinde. Mesela ben :)
Gastronomide de benzer bir evrim yaşanıyor. Artık açık büfenin bolluğu değil, yemeğin kalitesi, kökeni ve anlamı konuşuluyor. Bu noktada bence oteller sadece kendi şeflerini değil, yakın çevredeki yerel restoranları da otel deneyimine dahil ederek misafirlerine destinasyonun gerçek mutfağını sunmalılar. Vegan, vejetaryen ya da etik üretim odaklı büfeler yaygınlaşmalı. Bağ bozumları, tarla yemekleri ve "slow food" anlayışı artık all-inclusive’in yeni kodları haline gelmeli.


Bu dönüşüm, iyi yönetilirse çevreyle ve toplumla kurulan ilişkiye de yansıyacaktır.  Sıfır atık sistemleri, enerji verimliliği takibi gibi uygulamalar artık bir trend değil; bilinçli misafir davranışını etkileyen karar anları. Yeni nesil tatilci sadece konakladığı yerde değil, orada bıraktığı izde de fark yaratmak istiyor. Bu nedenle doğaya duyarlı yapılar ve ölçülebilir sürdürülebilirlik adımları her geçen gün daha fazla önem kazanıyor.

Aynı şekilde kültürel entegrasyon da “yeni lüks” haline geliyor.  Dünyada birçok tesis artık misafirlerine otelden çıkmadan bile yerelle bağ kurabilecekleri pişirme atölyeleri, zanaat dersleri, dans geceleri sunuyor. Bu tür etkinlikler yalnızca misafir deneyimini değil, destinasyon algısını da zenginleştiriyor doğal olarak. Küresel kaynakları takip ettiğim ve kendi seyahatlerimde de gözlemlediğim kadarıyla bu tür deneyimler artık all‑inclusive anlayışının olmazsa olmazı haline geliyor. Yani bence her şey dahilin tanımı, dünyada aslında bu yönde değişiyor.

Peki Antalya bu dönüşüme hazır mı?
Bana göre büyük ölçüde evet. Antalya, yüksek yatak kapasitesi, uluslararası erişim kolaylığı, zengin doğa ve kültürel dokusu ile bu dönüşümün hem taşıyıcısı hem de örnek vitrini olabilir. Ancak burada artık daha gerçekçi ve cesur bir tespiti de yapmak da şart. Yatırımcı profili, yönetim vizyonu ve insan kaynağı kalitesi hâlâ Antalya'nın en büyük yapısal sınavı.

Bugünün global markaları yalnızca fiziksel altyapıya değil, vizyoner ortaklara, kurumsal planlamaya ve doğru iş birliklerine yatırım yapmak istiyor. Yatırımcı profili bu dönüşüme liderlik edebilecek nitelikte olmalı; aynı zamanda markalar da pazara girmeden önce partner seçiminde çok daha özenli davranmalı. Aksi takdirde bu dönüşüm, birkaç vitrin projeden öteye geçemez.

İnsan kaynağı tarafında da nitelik, süreklilik ve eğitim eksikliği ciddi bir tehdit. Yalnızca hizmet değil, deneyim sunan bir sistem için dil bilen, empati yetkinliği olan, çok kültürlü anlayışla yetişmiş profesyonellere ihtiyaç var. Antalya bu konuda potansiyelli ama plansız. Bu nedenle sektördeki insan kaynağı stratejilerinin bir devlet politikası kadar öncelikli ele alınması şart.

Küresel markaların Antalya’ya olan ilgisinin arkasında elbette birçok sebep var: yüksek turizm hacmi, operasyonel ölçek avantajı, farklı segmentasyonlara uygunluk (wellness, halal, aile odaklı gibi) ve yatırım ortamının hâlâ rekabetçi olması. Nitekim 2025’e kadar açılması planlanan 350’den fazla yeni tesisin birçoğu yeniden tanımlanmış her şey dahil anlayışıyla yola çıktığına dair sektör içi raporlar bunu doğruluyor.

Kısacası tüm bu gelişmelerin özünde yatan bir gerçek var: Bugünün misafiri sadece doymak istemiyor, etkilenmek ve dönüşmek istiyor. Destinasyonu, doğayı, kültürü… ve kendini keşfetmek istiyor. Bu nedenle sorulması gereken asıl soru artık şu: “Her şey dahil” sistemler misafire sadece hizmet mi veriyor, yoksa iz mi bırakıyor?

Eğer Antalya bu soruya hem altyapı hem vizyon hem de insan kaynağı düzleminde samimi ve bütünsel bir yanıt verebilirse, sadece Türkiye turizmi için değil, dünya için de bir model olabilir.
Sevgiler

Ayça Bilgin  -  Shine Hospitality Kurucusu