The argument in favor of using filler text goes something like this: If you use any real content in the Consulting Process anytime you reach.

  • img
  • img
  • img
  • img
  • img
  • img

Get In Touch

Güncel Haberler
Otel
Acente
Destinasyon
Vacation
Havacılık
Cruise
Teknoloji
Spor
Sağlık
Sanat

Doğayı tatilinize katmaya hazır mısınız?

Son zamanlarda büyük şehirlerden, yorucu iş temposundan, sorumluluklardan sıkılarak işlerinden ayrılıp, şehirdeki hayatını, evini, arkadaşlarını bırakıp küçük bir kasabaya yerleşen insanların her geçen gün arttığını görüyoruz. Özellikle pandemi sonrasında insanlar yaşadıkları hayatı, yaptıkları işi hatta tatil anlayışını bile sorgular hale geldiler. Bu sebeple daha temiz, korunaklı ve güvenli bir tatil yapma ihtiyacının arttığı görülmekte. Bu ihtiyaç doğrultusunda hareket edenlerin sayısı günümüzde oldukça yükselmiş durumda. Artık turistler ‘safe turizm’ (güvenli turizm) arayışındalar ve bu arayış onları doğaya daha da yaklaştırmış gibi görünüyor.

“Artık insanlar sadece nefes almak değil, iç huzuru bulmak istiyor.”

Deniz-kum-güneşe doymuş turistlerin artık farklı arayışlar içinde olduğunu gözlemliyoruz. Değişen tatil anlayışıyla birlikte turistler yalnızca gezmek, görmek, eğlenmek değil; bir yeri yaşamak, üretimi deneyimlemek ve doğayla bağ kurmak istiyor. Bu nedenle de kırsal alanlarda gerçekleştirilen turizm faaliyetlerine ilgi artıyor. Agro turizm olarak bilinen bu turizm türüne katılım son zamanlarda hızla artış göstermekte.

Agro turizmden kısaca bahsetmek gerekirse; kırsal alanlarda (tarla, bahçe, bağ vb.) konaklayıp, tarım yapmayı deneyimlemek, üretilen ürünlerin hasat edilmesine yardımcı olmak, bu ürünlerin işlenmesindeki süreçte bulunmak, gözlemlemek ve hatta bizzat üretime katılmak isteyen turistlerin tercih ettiği bir turizm türü olarak açıklanabilir. Küçük köylerde, kasabalarda, tarlalarda turistler; doğal yaşamın içinde yer almak, stresten, kalabalıktan, şehrin trafiği ve gürültüsünden uzakta dinlenmek fikrini oldukça cazip buluyor. Sürdürülebilirlik ve kırsal hayat, turistlerin ilgisini çeken temel unsurlar haline gelmiş durumda.

Bugünün tatilcisi artık tüketici değil, deneyimleyici olmak istiyor.”

Turistler, yedikleri-içtikleri hatta kullandıkları şeylerin nereden geldiğini, nasıl üretildiğini, nasıl toplandığını, nasıl hasat edildiğini görmek ve hatta kendileri de bu sürece dahil olarak deneyimlemek istiyorlar. Özellikle sağlıklı yaşam arayışındaki bireylerin tercih ettiği, organik tarım ve doğal beslenme gibi imkanlar sunan tesislerde konaklamak adeta bir “arınma” gibi görülüyor. Bu sebeple agro turizme olan ilgi her geçen gün artıyor.

Belki de bir ağacın gölgesinde dinlenmek, beş yıldızlı bir otelin lobisinde oturmaktan çok daha anlamlı hale geldi.”

Yurtdışında birçok örneği bulunan agro turizm, özellikle İtalya’nın Toskana bölgesinde Agriturismo konseptiyle uygulanmakta. Bu bölgede üzüm, zeytin ve peynir üretimi yapılan çiftliklerde turistlere eşsiz deneyimler sunulmaktadır. Fransa’nın Provence kentindeki lavanta tarlaları, zeytinyağı çiftlikleri ya da Yunanistan’ın Girit Adası’ndaki zeytin hasatı ve geleneksel mutfak deneyimi sunan tesisler agro turizmin başarılı uygulamalarına örnek gösterilebilir.

Birçok turistin tercih ettiği bu turizm türü, son dönemlerde ülkemizde de revaçta. Dinlenmenin, doğayla baş başa kalmanın, temiz havada yürüyüş yapmanın yanı sıra; bağdan üzüm toplamak, zeytin hasatı yapmak, inekten, keçiden veya koyundan süt sağmak ve bu ürünlerle kendi üretimlerini gerçekleştirmek gibi (zeytinyağı, pekmez, ekmek, yoğurt vb.) deneyimler oldukça ilgi çekici hale gelmiştir. Bu tarz deneyimler hem bireyler hem de çocukları için öğretici ve farklı bir tatil alternatifi sunmaktadır. Özellikle çocuklarının köy yaşamını görmesini, hayvanlarla ve doğayla yakın ilişkiler içinde olmasını isteyen ebeveynler tarafından tercih edilmektedir.

Türkiye’nin birçok bölgesinde bu turizme elverişli kasabalar ve köyler bulunmaktadır. Ayvalık, Urla ve Datça gibi sahil kasabalarında bazı işletmeler agro turizm faaliyetleri yürütmektedir.  Ancak agro turizm yalnızca sahil kasabalarıyla sınırlı değil. Türkiye’nin yedi bölgesinde doğayla iç içe deneyimler sunan, henüz çok fazla tanınmamış ama büyük potansiyel barındıran köy ve kasabalar da bu alanda öne çıkmaya başladı. İşte her bölgeden az bilinen ama dikkat çeken bazı örnekler.

-
Ege Bölgesi’nde, Manisa'nın Selendi ilçesinde eski bir köy evini satın alarak restore eden ve turizme kazandıran Shato Köy Evi, bölgeye özgü deneyimlerin yaşanabileceği özel bir mekân olarak dikkat çekiyor.

-
Marmara Bölgesi’nde, Kırklareli Lüleburgaz’da yer alan Arcadia Bağları, sürdürülebilirlik prensibiyle tasarlanmış; teruar şarap üretimi, tarım ve alternatif bir tatil anlayışını bir araya getiren bir yaşam alanı sunuyor.

-
Karadeniz Bölgesi’nden Amasya Gümüşhacıköy’deki Bayrak Ailesi Çiftliği, ekolojik meyve üretimi yapan ailenin misafirlerini doğrudan üretim sürecine dahil ettiği, sıcak ve samimi bir ortam sağlıyor.

-
İç Anadolu Bölgesi’nde Nevşehir Avanos’ta yer alan Kapor Kapadokya Organik Çiftlik Evi, ürettiği doğal ürünleri tadım, deneyim ve satış yoluyla ziyaretçilerine sunarken bölgenin agro turizm potansiyelini ortaya koyuyor.

-
Doğu Anadolu Bölgesi’nden Erzincan Kemaliye’deki Latif Yalçıner Çiftliği, yılın farklı dönemlerinde kapılarını açarak misafirlerine doğayla iç içe üretim süreçlerine tanıklık etme imkânı veriyor.

-
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Diyarbakır Bismil’deki Ata’dan Çiftliği, yılın her ayında gönüllü misafirlerini ağırlayarak katılımcı ve üretime dayalı bir tatil anlayışı sunuyor.

-
Akdeniz Bölgesi’nde Antalya Çakırlar’da bulunan Codron Ailesi Çiftliği, çiftliğe gelen gönüllüleri tarım ve hayvancılık gibi birçok faaliyete dahil ederek deneyim temelli bir konaklama sunuyor.

Bu tür girişimler, kırsal alanların yalnızca geçici bir ziyaret değil; sürdürülebilir, üretimle bütünleşmiş yaşam alanları haline dönüşebileceğini gösteriyor.

Ayrıca Burdur’daki lavanta bahçelerinde ve Isparta’daki gül hasatı döneminde bu destinasyonlara davet edilen kişiler hem bölgenin tanıtımını yapmakta hem de bu etkinliklere katılım sağlamaktadır. Bu bölgelerde hasat dönemleri için özel turlar da düzenlenmektedir. Bunlar sadece sosyal medyada gördüğümüz artık herkes tarafından bilinen örnekler. Ancak bu destinasyonlara yönelik etkinlikler ve turlar yeterli mi sorusu akıllara gelmektedir. Çoğu zaman sadece günübirlik ziyaretler yapılmakta; tarlalar güzel görseller sunan, sosyal medyada paylaşmalık fotoğraflar çekilen alanlar olarak lanse edilmektedir. Oysa bu turizm anlayışı yalnızca festival dönemleriyle sınırlı kalmamalı, yılın geri kalan sürecine de yayılmalıdır. Sezonluk değil, süreklilik arz eden bir yapıya kavuşturulmalıdır.

Doğayı sadece bir arka plan olarak değil, yaşamın gerçek sahnesi olarak görmeye başladığımızda turizmin anlamı da dönüşecektir.

Bu alana daha fazla yatırım yapılabilir. Çünkü yurtdışındaki başarılı örneklerde olduğu gibi, ülkemizde de agro turizm için oldukça elverişli doğal, kültürel ve üretimsel imkanlar mevcuttur. Küçük ama etkili deneyimler sağlayan, tüketimden çok üretime katkı sunan bu turizm türünü; sürdürülebilir, çevreci ve doğa dostu bir model olarak tanımlayabiliriz.

Bu model hem yerel ekonomiyi destekleyen hem de yerelde istihdamı artıran nitelikli bir turizm anlayışı sunar. Sahip olduğumuz bu değerleri kullanarak sürdürülebilir turizm alanlarına yönelmemiz; ülkemizin geleceği, değerlerimizin korunması ve turizm sektörünün sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşımaktadır.

Her geçen gün kaynaklarımızı tüketen bir turizm modelinden ziyade; doğal güzelliklerimizi, tarihi değerlerimizi koruyan ve kültürümüzü geleceğe taşıyan bir anlayışla hareket etmeliyiz. Turizmin tüketen değil, yaşatan ve üreten tarafını benimseyerek buna uygun planlamalar yapılmalı. Aksi halde, turizmin her çeşidinin yapılabildiği bu güzel ülkede, elimizdeki değerleri de yitirme riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Her geçen yıl üzülerek bunun sonuçlarını görmeye başladık. Bu yıl özellikle Marmaris’te Fethiye’de yaşanan ve turizme çok ciddi zararlar veren haberler ülkemizin turistler tarafından tercih edilebilirliğini düşürüyor.
Turizm geleceğin değil, bugünün sorumluluğudur. Bugün doğru adımları atmazsak, yarının turisti görecek bir doğa, hissedecek bir kültür, soluyacak bir hava bulamayabilir. Elimizdeki bu gücü fark ederek, doğamızı koruyarak turizmi yeniden şekillendirmek artık bir zorunluluk haline gelmiştir.

Neden turizm yatırımlarını doğaya dost, üretime katkı sağlayan bir modele yönlendirerek hem bölge halkı hem gezginler için yeni bir kazanım imkanı yaratmayalım?”

Çünkü bu model; yalnızca doğal kaynakları korumakla kalmaz, aynı zamanda üretime dayalı bir ekonomi yaratarak kırsalda yaşayan insanların kalkınmasına da katkı sağlar. Turizm yatırımları sadece otel yapmak ya da lüks tesisler kurmakla sınırlı kalmamalı. Yerel üreticilerle iş birliği yapan, tarım faaliyetlerini turizmle entegre eden projeler hem istihdamı artırır hem de sürdürülebilir gelir modelleri yaratır.

Örneğin bir lavanta tarlasında sadece fotoğraf çekmekle kalmayan, lavanta yağı üretimini deneyimleyen turist hem üreticiyle doğrudan temas kurar hem de bölge ekonomisine birebir katkı sağlar. Yine üzüm hasadı yapan ya da geleneksel yoğurt yapımını öğrenen bir ziyaretçi, sadece tüketici değil, aynı zamanda üretim zincirinin bir parçası olur.

Bu sayede doğa yalnızca bir manzara olmaktan çıkar, yaşamın ve üretimin merkezi haline gelir. Turizm yatırımlarının bu bilinçle şekillendirilmesi; çevreye duyarlı, sosyal açıdan faydalı ve ekonomik olarak sürdürülebilir bir turizm modelinin inşası için vazgeçilmezdir. Üstelik bu yaklaşım, turistlerin de giderek artan “anlamlı deneyim” arayışını doğrudan karşılar.

Belki de turizmden beklediğimiz değişim, aslında doğayla yeniden kuracağımız bağda gizlidir…

Merve AKSOY
16.07.2025