Doğayı tatilinize katmaya hazır mısınız?
- 17.07.2025
- 7 H

Son
zamanlarda büyük şehirlerden, yorucu iş temposundan, sorumluluklardan sıkılarak
işlerinden ayrılıp, şehirdeki hayatını, evini, arkadaşlarını bırakıp küçük bir
kasabaya yerleşen insanların her geçen gün arttığını görüyoruz. Özellikle
pandemi sonrasında insanlar yaşadıkları hayatı, yaptıkları işi hatta tatil
anlayışını bile sorgular hale geldiler. Bu sebeple daha temiz, korunaklı ve
güvenli bir tatil yapma ihtiyacının arttığı görülmekte. Bu ihtiyaç
doğrultusunda hareket edenlerin sayısı günümüzde oldukça yükselmiş durumda.
Artık turistler ‘safe turizm’ (güvenli turizm) arayışındalar ve bu arayış
onları doğaya daha da yaklaştırmış gibi görünüyor.
“Artık insanlar sadece
nefes almak değil, iç huzuru bulmak istiyor.”
Deniz-kum-güneşe
doymuş turistlerin artık farklı arayışlar içinde olduğunu gözlemliyoruz.
Değişen tatil anlayışıyla birlikte turistler yalnızca gezmek, görmek, eğlenmek
değil; bir yeri yaşamak, üretimi deneyimlemek ve doğayla bağ kurmak istiyor. Bu
nedenle de kırsal alanlarda gerçekleştirilen turizm faaliyetlerine ilgi
artıyor. Agro turizm olarak bilinen bu turizm türüne katılım son zamanlarda
hızla artış göstermekte.
Agro turizmden kısaca bahsetmek gerekirse; kırsal alanlarda (tarla, bahçe,
bağ vb.) konaklayıp, tarım yapmayı deneyimlemek, üretilen ürünlerin hasat
edilmesine yardımcı olmak, bu ürünlerin işlenmesindeki süreçte bulunmak,
gözlemlemek ve hatta bizzat üretime katılmak isteyen turistlerin tercih ettiği
bir turizm türü olarak açıklanabilir. Küçük köylerde, kasabalarda, tarlalarda
turistler; doğal yaşamın içinde yer almak, stresten, kalabalıktan, şehrin
trafiği ve gürültüsünden uzakta dinlenmek fikrini oldukça cazip buluyor.
Sürdürülebilirlik ve kırsal hayat, turistlerin ilgisini çeken temel unsurlar
haline gelmiş durumda.
“Bugünün tatilcisi artık
tüketici değil, deneyimleyici olmak istiyor.”
Turistler,
yedikleri-içtikleri hatta kullandıkları şeylerin nereden geldiğini, nasıl
üretildiğini, nasıl toplandığını, nasıl hasat edildiğini görmek ve hatta
kendileri de bu sürece dahil olarak deneyimlemek istiyorlar. Özellikle sağlıklı
yaşam arayışındaki bireylerin tercih ettiği, organik tarım ve doğal beslenme
gibi imkanlar sunan tesislerde konaklamak adeta bir “arınma” gibi görülüyor. Bu
sebeple agro turizme olan ilgi her geçen gün artıyor.
“Belki de bir ağacın
gölgesinde dinlenmek, beş yıldızlı bir otelin lobisinde oturmaktan çok daha
anlamlı hale geldi.”
Yurtdışında birçok
örneği bulunan agro turizm, özellikle İtalya’nın Toskana bölgesinde Agriturismo
konseptiyle uygulanmakta. Bu bölgede üzüm, zeytin ve peynir üretimi yapılan
çiftliklerde turistlere eşsiz deneyimler sunulmaktadır. Fransa’nın Provence
kentindeki lavanta tarlaları, zeytinyağı çiftlikleri ya da Yunanistan’ın Girit
Adası’ndaki zeytin hasatı ve geleneksel mutfak deneyimi sunan tesisler agro
turizmin başarılı uygulamalarına örnek gösterilebilir.
Birçok turistin tercih ettiği bu turizm türü, son dönemlerde ülkemizde de
revaçta. Dinlenmenin, doğayla baş başa kalmanın, temiz havada yürüyüş yapmanın
yanı sıra; bağdan üzüm toplamak, zeytin hasatı yapmak, inekten, keçiden veya
koyundan süt sağmak ve bu ürünlerle kendi üretimlerini gerçekleştirmek gibi
(zeytinyağı, pekmez, ekmek, yoğurt vb.) deneyimler oldukça ilgi çekici hale
gelmiştir. Bu tarz deneyimler hem bireyler hem de çocukları için öğretici ve
farklı bir tatil alternatifi sunmaktadır. Özellikle çocuklarının köy yaşamını
görmesini, hayvanlarla ve doğayla yakın ilişkiler içinde olmasını isteyen
ebeveynler tarafından tercih edilmektedir.
Türkiye’nin birçok bölgesinde bu turizme elverişli kasabalar ve köyler
bulunmaktadır. Ayvalık, Urla ve Datça gibi sahil kasabalarında bazı işletmeler
agro turizm faaliyetleri yürütmektedir. Ancak
agro turizm yalnızca sahil kasabalarıyla sınırlı değil. Türkiye’nin yedi
bölgesinde doğayla iç içe deneyimler sunan, henüz çok fazla tanınmamış ama
büyük potansiyel barındıran köy ve kasabalar da bu alanda öne çıkmaya başladı.
İşte her bölgeden az bilinen ama dikkat çeken bazı örnekler.
- Ege Bölgesi’nde, Manisa'nın Selendi ilçesinde
eski bir köy evini satın alarak restore eden ve turizme kazandıran Shato Köy Evi, bölgeye özgü deneyimlerin yaşanabileceği özel bir mekân olarak dikkat
çekiyor.
- Marmara Bölgesi’nde, Kırklareli Lüleburgaz’da yer
alan Arcadia Bağları, sürdürülebilirlik prensibiyle tasarlanmış; teruar şarap
üretimi, tarım ve alternatif bir tatil anlayışını bir araya getiren bir yaşam
alanı sunuyor.
- Karadeniz Bölgesi’nden Amasya Gümüşhacıköy’deki Bayrak Ailesi Çiftliği, ekolojik meyve üretimi yapan ailenin misafirlerini doğrudan
üretim sürecine dahil ettiği, sıcak ve samimi bir ortam sağlıyor.
- İç Anadolu Bölgesi’nde Nevşehir Avanos’ta yer alan Kapor Kapadokya Organik Çiftlik Evi, ürettiği doğal ürünleri tadım,
deneyim ve satış yoluyla ziyaretçilerine sunarken bölgenin agro turizm
potansiyelini ortaya koyuyor.
- Doğu Anadolu Bölgesi’nden Erzincan Kemaliye’deki Latif Yalçıner Çiftliği, yılın farklı dönemlerinde kapılarını açarak misafirlerine
doğayla iç içe üretim süreçlerine tanıklık etme imkânı veriyor.
- Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Diyarbakır Bismil’deki Ata’dan Çiftliği, yılın her ayında gönüllü misafirlerini ağırlayarak
katılımcı ve üretime dayalı bir tatil anlayışı sunuyor.
- Akdeniz Bölgesi’nde Antalya Çakırlar’da bulunan Codron Ailesi Çiftliği, çiftliğe gelen gönüllüleri tarım ve hayvancılık gibi birçok
faaliyete dahil ederek deneyim temelli bir konaklama sunuyor.
Bu tür girişimler, kırsal alanların yalnızca geçici bir ziyaret değil;
sürdürülebilir, üretimle bütünleşmiş yaşam alanları haline dönüşebileceğini
gösteriyor.
Ayrıca Burdur’daki lavanta bahçelerinde ve Isparta’daki gül hasatı
döneminde bu destinasyonlara davet edilen kişiler hem bölgenin tanıtımını
yapmakta hem de bu etkinliklere katılım sağlamaktadır. Bu bölgelerde hasat
dönemleri için özel turlar da düzenlenmektedir. Bunlar sadece sosyal medyada
gördüğümüz artık herkes tarafından bilinen örnekler. Ancak bu destinasyonlara
yönelik etkinlikler ve turlar yeterli mi sorusu akıllara gelmektedir. Çoğu
zaman sadece günübirlik ziyaretler yapılmakta; tarlalar güzel görseller sunan,
sosyal medyada paylaşmalık fotoğraflar çekilen alanlar olarak lanse
edilmektedir. Oysa bu turizm anlayışı yalnızca festival dönemleriyle sınırlı
kalmamalı, yılın geri kalan sürecine de yayılmalıdır. Sezonluk değil, süreklilik
arz eden bir yapıya kavuşturulmalıdır.
Doğayı sadece bir arka
plan olarak değil, yaşamın gerçek sahnesi olarak görmeye başladığımızda
turizmin anlamı da dönüşecektir.
Bu alana daha fazla
yatırım yapılabilir. Çünkü yurtdışındaki başarılı örneklerde olduğu gibi,
ülkemizde de agro turizm için oldukça elverişli doğal, kültürel ve üretimsel
imkanlar mevcuttur. Küçük ama etkili deneyimler sağlayan, tüketimden çok
üretime katkı sunan bu turizm türünü; sürdürülebilir, çevreci ve doğa dostu bir
model olarak tanımlayabiliriz.
Bu model hem yerel ekonomiyi destekleyen hem de yerelde istihdamı artıran
nitelikli bir turizm anlayışı sunar. Sahip olduğumuz bu değerleri kullanarak
sürdürülebilir turizm alanlarına yönelmemiz; ülkemizin geleceği, değerlerimizin
korunması ve turizm sektörünün sürdürülebilirliği açısından büyük önem
taşımaktadır.
Her geçen gün kaynaklarımızı tüketen bir turizm modelinden ziyade; doğal
güzelliklerimizi, tarihi değerlerimizi koruyan ve kültürümüzü geleceğe taşıyan
bir anlayışla hareket etmeliyiz. Turizmin tüketen değil, yaşatan ve üreten
tarafını benimseyerek buna uygun planlamalar yapılmalı. Aksi halde, turizmin
her çeşidinin yapılabildiği bu güzel ülkede, elimizdeki değerleri de yitirme
riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Her geçen yıl üzülerek bunun sonuçlarını
görmeye başladık. Bu yıl özellikle Marmaris’te Fethiye’de yaşanan ve turizme
çok ciddi zararlar veren haberler ülkemizin turistler tarafından tercih
edilebilirliğini düşürüyor. Turizm geleceğin değil, bugünün sorumluluğudur. Bugün doğru
adımları atmazsak, yarının turisti görecek bir doğa, hissedecek bir kültür,
soluyacak bir hava bulamayabilir. Elimizdeki bu gücü fark ederek, doğamızı koruyarak turizmi yeniden
şekillendirmek artık bir zorunluluk haline gelmiştir.
“Neden turizm yatırımlarını doğaya dost, üretime katkı sağlayan bir
modele yönlendirerek hem bölge halkı hem gezginler için yeni bir kazanım imkanı
yaratmayalım?”
Çünkü bu model; yalnızca doğal kaynakları
korumakla kalmaz, aynı zamanda üretime dayalı bir ekonomi yaratarak kırsalda
yaşayan insanların kalkınmasına da katkı sağlar. Turizm yatırımları sadece otel
yapmak ya da lüks tesisler kurmakla sınırlı kalmamalı. Yerel üreticilerle iş
birliği yapan, tarım faaliyetlerini turizmle entegre eden projeler hem
istihdamı artırır hem de sürdürülebilir gelir modelleri yaratır.
Örneğin bir lavanta tarlasında sadece fotoğraf çekmekle kalmayan, lavanta
yağı üretimini deneyimleyen turist hem üreticiyle doğrudan temas kurar hem de
bölge ekonomisine birebir katkı sağlar. Yine üzüm hasadı yapan ya da geleneksel
yoğurt yapımını öğrenen bir ziyaretçi, sadece tüketici değil, aynı zamanda
üretim zincirinin bir parçası olur.
Bu sayede doğa yalnızca bir manzara olmaktan çıkar, yaşamın ve üretimin
merkezi haline gelir. Turizm yatırımlarının bu bilinçle şekillendirilmesi;
çevreye duyarlı, sosyal açıdan faydalı ve ekonomik olarak sürdürülebilir bir
turizm modelinin inşası için vazgeçilmezdir. Üstelik bu yaklaşım, turistlerin
de giderek artan “anlamlı deneyim” arayışını doğrudan karşılar.
Belki de turizmden beklediğimiz değişim, aslında doğayla yeniden kuracağımız
bağda gizlidir…
Merve AKSOY
16.07.2025