
Vallahi oturduğu yerden yazanlara bayılıyorum. Nasıl yapıyorlar bilmiyorum ama çok kıskanıyorum. Demek istediğim ben, gezmeden, görmeden, konuşmadan biriktiremiyor ve yazamıyorum. Gözlemci ruhum daimî şekilde bilgiyle beslenmeyi talep ediyor.
Ünlü ya da değil her yazanın bir tarzı var aslında. Örneğin Agahta Christie küvette, Maya Angelou bir otel odasında ve Virgina Woolf ayakta yazmayı severmiş. Ben genelde gözlemliyor, çoğunlukla dinliyor, arada sesli, kimi zaman yazılı, bazı durumlarda da zihnime not alıp sonrasında yazıya çeviriyorum.
Ama yine de biriktirdiklerimin yazıya dönüşme süreci bu hanımefendilerinkilerle ciddi benzerlik taşımakta. Örneğin Agahta Hanım gibi küvette değil ama duş alırken not aldığım çok olmuştur. Maya hanım gibi farklı şehirlerdeki otel odalarında yazdığım sık görülmüştür. Hatta OTEL FARESİ neredeyse tümüyle otel odalarında yazıldı. Virginia hanım gibiyse oda içerisinde deli gibi dolanarak kelimeleri yazıya dönüştürdüğüm de abartısı olmayan gerçek, zira bu sürekli hareket durumu bende bir dinamo etkisi yaratmakta.
Elbette bu benzerlikler beni YAZAR değil olsa olsa YAZAN yapar, bununda farkındayım.
Turizmle ilgili yazıyorum ancak benim takıntım rakamlar ya da yatırımlar değil. Ben karakterlere takıntılıyım. Geziyor, görüyor ve yazıyorum GEZDİM, GÖRDÜM, YAZDIM şeklinde.
İnsana insanla hizmet edilen bir sektörün tüm dinamiklerini oluşturanların yine insan olduğunu unutmamak gerekir. Hata da varsa, sevap da bu insana aittir. Dolayısı ile sektörde yanlış giden bir şey söz konusuysa onun müsebbibi yine bizler yani Turizmin İnsanlarıyız.
İşimiz gücümüz iletişim, ancak kendi aramızda ne kadar iletişiyoruz bu tartışılır.
Bir kere birbirimizin arkasından çok konuşuyor, karşılaştığımız vakitte can, ciğer kuzu sarmasından hallice oluyoruz. Aramızdan birinin binayı terk etmesinin sadece 10 dakika sonrasında o kişi hakkında ileri, geri, sağa, sola demediğimizi bırakmıyoruz. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi sahte bir gülümsemeyle hayatımıza devam ediyoruz.
Poker Face tanımı Amerikan değil %100 Türk malıdır.
Dedikodunun biri bin para. Tüm sektörler arasında bu konuda bir yarışma yapılsa inanın her yıl kupayı biz alırız. Dedikodu camiasının şampiyonlar ligi gibiyiz vallahi. İlk kovulacaklar listesindeki muhtemel isimler hakkında, patronun alacağı yeni otel hakkında, haftaya başlayacak yeni genel müdür hakkında, ön büro müdürünün yeni eşi, satın alma müdürünün yeni arabası hakkında vs sürdürülebilir şekilde yılmadan, sıkılmadan dedikodu yapıyoruz.
Kıskançlık da bizde had safhada. Kimisi komşu oteli, yeni yatırımı, kimisi arkadaşının aldığı terfiyi, erken emekliliğini, yurtdışında iş bulmasını, başarısını, kimisi aldığı ödülü, misafir memnuniyet puanlarının yüksekliğini, ekip içerisinde sevilen birisi olmasını filan hep kıskanır, bu hep böyledir, bir şeyler buluruz yani. Hızını alamayan bir hanımın en yakın kankasının yeni saç rengini bile kıskandığına bizzat şahidim.
Her birimizin kendini ifade etmekle ilgili ciddi bir takıntısı, bir rahatsızlığı var. Kendimizi var olanın çok üzerinde bir birikimle donatılmış üstün bir varlıkmışçasına anlatmalara doyamıyoruz. Her şeyi biliyor, herkesi ama herkesi kanka derecesinde tanıyor, patronun ya da yatırımcının vazgeçilmez adamı olduğumuza sıkılmadan vurgu yapıyoruz. Hızını alamayan telefon rehberine sarılıp tanıdıklarının numaralarını göstermeye çalışıyor. Bence psikolojik tedavi gerektiren bir durum.
Son olarak bir de ifadesizler tayfası var. Biraz üstencil tavır, kıvamında gerginlik, bir tutam ilgiliymiş bakışı, genelde ifadesiz bir surat, çok yoğunmuş, vakti darmış numaraları, koltukta saltanat mensubuymuş gibi oturma hali vs. Neden orada olduğunuzu sorgulatırcasına konuştuklarınızı sfenks edasında dinleyen bir garip psikedelik tutum.
En başta dedim ya GEZMEDEN, GÖRMEDEN yazamıyorum diye. Yazdım işte ve bence ‘’Burada Bir Problem Var’’ görmeyi çok istemediğimiz.
Emir HEPOĞLU